Çocuğun dünya ile kurduğu ilk ilişki olan meme Freud, Melanie Klein, Winnicott ve daha bir çok bilim insanına konu olmuştur. Dünyayla kurulan bu ilk ilişkide psikanalitik açıdan derin bir analiz yapılırken çocuğun dünyayla olan ilk ilişki annenin memesiyle olması ve çocuğun anneyi ilk dünyası olarak da tanımlayabiliriz. Bu var olan ilişkiyi farklı ve benzer görüşler arasındaki bağlamı kurmak ve ilk nesne ilişkisinin çocuğun hayatında gelişebilecek durumları göz önüne almak ve irdeleyerek ilk nesne olan memenin ve nesne ilişkisinin nasıl bir dönüşüm içerisinde olduğunu araştırmak benim için önem arz etmektedir. Memenin sadece besleyen meme olmasının dışında haz alınan ve korunan bir nesne olması bunun yanı sıra bebeğin memeye duyduğu öfke ve saldırganlık itkilerinin Melanie Klein’ın nesne ilişkileri ile ilgili analizleri ve çalışmalarını temel alarak alanda analizleri ve görüşleri olan bilim insanlarının bakış açılarıyla karşılaştırılması ilk nesne ilişkisi olan çocuk meme ilişkisini daha anlamlı hale getirmek ve analizi benimseyebilmem için önemlidir. Bu nedenle makalemde ilk nesne ilişkisi olan memenin çocuk ve anne ile ilişkisini inceleyeceğim.
İlk Nesne Olan Meme
Dünyayla olan ilk ilişki ağız yoluyla başlar. Çocuğun anneyle olan ilişkisi ise çocuğun dünyayla olan ilk ilişkisidir. Bebeğin ilk anne memesiyle kucaklaşması, ondan beslenmesi, onunla korunması, kendini onunla bir bütün hissetmesi ilk nesne olan memenin, bebeğin ve dolayısıyla her insanın hayatında var olan ilk ilişkidir. Bunun yanı sıra korunmaya muhtaç, onun için korkunç ve ürkütücü gelen bilmediği dünyayı anlamlandırmaya çalışan bebeğin sığındığı ve korunduğu ilk yerdir. Fakat bebeğin aşkla, sevgi ve derin açlıkla sığındığı ve tutunduğu memenin aynı zamanda bebeğin tüm kötü duygularını kustuğu, ittiği, dışkıladığı, reddettiği bir nesne olmaktadır.
Helene Deutsch(Gürdal, Ayça; 2007) bu ilk ilişkinin bebeğin hala annesinin benliğinin bir kısmını temsil ettiğini düşünür ve bu kısmın aslında annenin benlik idealine karşılık geldiğini söyler. Emzirme eyleminde ise hem annenin hem bebeğin dürtülerinin açığa çıktığı dönem olarak da adlandırmaktadırlar.
Anne ve Meme
Psikanalitik kuram anneyi bir nesne olarak da adlandırır. Psikanalitik kurama göre anne, cinsel, koruyan, besleyici, teskin edici, bir nesne olarak görülmektedir. Bebeğin bu üretken nesneye karşı kendi kötü itkilerini bırakması ve nesnenin onun hayatında var olmaya devam etmesiyle bebeğe göre kötü olan nesne “yeterince iyi olan” nesneye dönüşecektir.
Fakat koruyucu, besleyici ve cinsel nesne olarak nitelendirilen anne, psikanalitik kuramda nesne olarak anlamlandırmak ve özne olarak yok edildiğinden bahsedilir. Anat Palgi Heckan özne olarak anne isimli makalesinde, annenin özne olarak yok edilmesinin hayat verene karşı duyulan inkar, bastırma gibi savunma düzeneklerinin yoğun kullanımından öne çıktığını da savunmaktadır. Benjamin’e göreyse anne, yalnız işlev değil, nesne için bir özne değil aynı zamanda kendi başına da bir özne olduğunu savunmuştur.
Anne cinsel nesne olan memenin emziren annede besleyen, koruyan memeye dönüşürken erojen memenin uyarılması, süt vermesi, bebeği beslemek için hazırdır. Emziren anne ise; bebeğe karşı uyarılan cinsel ve ensestüel duygularını içeren bir durumun çatışmasını içerisinde olduğu savunulmuştur.(Hecker, Anat Palgı; 2009) Bebeğinse ilkel olarak kendini memeyle bir bütün olarak algılamasın annenin cinselleşmeden uzaklaşması ve bebeğe karşı tutumda Meryem gibi kutsallaştırdığı bir süreç oluşur.
Psikanalitik açıdan ilk nesne ilişkisi içinde birçok farklı kavram barındırmaktadır. “Annelik üzerine bir psikanalitik sözlük denemesi” makalesinde de bahsettiği gibi bebek için ilk nesnenin altında yatan farklı anlamlara baktığımızda ise;
Annesel ve Annesel Nesne
Sigmund Freud kuramını ilk oluşturmaya başladığı ilk yıllarda anneselin birkaç anlama çekilebilir (ambigu) özelliğinin altını çizmiştir. Çocuğun gereksinimlerine yanıt olarak verilen bakım uyarı-kalkanı işlevi görür ama aynı zamanda erojen bölgelerde kısmi cinsel dürtüleri de uyarır. Bu dürtüler kendi koruma dürtülerine yaslanarak oto-erotizme yönelirler. Arzunun kökenindeki annesel nesne önce gerçeklik-benlik tarafından kesin bir biçimde tanınır. Bu nesneyle karşılaşmanın sağladığı duyumlar bellek izleri olarak yerleşir ve benlik nesnenin gerçekliği ve haz sağlamasının ortak kökenine dayanarak bu izleri varsanırlar. Böylece nesnenin sürekliliği sağlanmış olur. Böylece önce yalnızca duyumsal olan yani dış nesneden algılanan neşen ruhsal hale gelir. Böylece ruhsal annesel meme oluşmuş olur.
Yeterince iyi anne ( good enough mother); Donald W. Winnicott’un geliştirdiği bu kavramla, fiziksel ve duygusal uyumuyla kendisini bebeğin çeşitli gelişim aşamalarına uyarlayabilen bir anne tanımlanmaktadır. Böylece olgun nesne ilişkileri kurabilen bir öznenin sağlıklı oluşumu için gerekli en uygun çevre yaratılmış olmaktadır.
Sylvıe Pragier-Faure (2009) göre ise Freud’un çocuğun kendisine bakım veren ve bilinç dışı düzeyde aşk nesnesi, cinsel nesne olarak seçtiği kişi ile alışverişinin cinsel olarak uyarıcı rolünden söz eder. J.Laplance ise bakım sırasında yinelenen dokunuşlar, çocuğa dayatılan bu gizem, libidosunun” kökensel baştan çıkarma” çerçevesi içerisinde uyarılmasına yol açar. Bebek bu erken dönemde edilgen bir haz alma durumuna damgasını vurduğundan bahsedilir.
Annesel Aşk (Matenal Love)
Kız ya da erkek olsun ilk aşk her zaman anneye karşı duyulur. Freud annenin bebek için uyarım-kalkanı işlevi gördüğünü belirtmesi, Winnicott’un annesel aşkın temel işlevi olarak gördüğü “handling ve holding” i, Bion’un annenin düşlem kapasitesi, bowlby’nin “güvenil verici temel”i ve Lacan’ın “ayna işlevi” bu boyutun farklı unsurlarının tanımlanmasıdır. Anne aşkının diğer bir boyutu duygulanımın dozuna, anne aşkının ilişkisel dinamiğine ve düzenlenmesine gönderme yapar. Annenin varlığı ve yokluğunun yarattığı duygulanım içselleştirilmesi annenin sürekliliğinin algılanmasına olanak sağlar. Aşk ve nefret ikilisi burada annenin aşkının nefreti de içerdiğinin altını çizer. Bağlanma ile ayrılma birliktedir. Burada karşılıklı ilişki ve dinamizm vardır.
Sylvıe Pragier-Faure(2009) göre ise, emziren annenin kendini bir çatışmanın ortasında bulduğundan bahsedilir. Emziren anne annelik imgesinin doruk noktasında olmasına rağmen bebeğin memeyi emmesiyle duyduğu ensestüel duygu ile başetmesi gerekmektedir. Yaşanılan toplumda emzire anne cinselliksiz olarak görülür. İşte bu noktada anne iki farklı durumla da karşı karşıya gelebilir. Emziren anne meme vermeyi bir kötü görebilir ya da emzirme sürecini devam ettirerek cinsellikten kaçabilir.
Cinsel Nesne Olarak Anne ( Mother As A Sexual Object)
Cinsel dürtünün ilk nesnesi olan meme dolayısıyla annedir. Sigmund Freud “Cinsellik üzerine üç denesi” sinde anneyi “ilk ve en önemli cinsel nesne” olarak tanımlamıştır. Freud’a göre cinsel doyumun besinlerin alımına bağlı olduğu yaşamın ilk döneminde, cinsel dürtü ve anne memesinde beden dışındaki ilk nesnesini bulmuş olur. Sigmund Freud ayrıca emmeden alınan doyumu cinsel ilişkiden alınan doyumun ilk örneği olarak görmüştür ve “annesinin memesinden geriye doğru kendini bırakan, mutlu gülümsemesi, kırmızı yanakları ile karnı doymuş bebeğin uykuya dalma sahnesini gördüğümüzde daha sonra yaşanacak olan cinsel doyumun ifadesinin bir ilk örneği ile karşılaşmış olduğumuzu düşünmeden edemeyiz” demiştir.
Annesel Erotik (Emzirme Şöleni-Maternal Erotic)
Helene Parat’nın tanımlamış olduğu kavram kadındaki kastrasyon korkusu yatştırılması ve kadındaki libidinal gelişimin düzenliliği sonucunda anne eski ve yeni aşklarının düşlemsel ve gerçek meyvesi olan çocuğuyla olan ilk ilişkisini şevkat erotizm ve şiddet arasında dengeler. Anne bu üçlemin nesnesi olan memeyi önce sevdiği adama sonra da hem narsistik hem de erotik bir besin olan sütünü verdiği bebeğine sunar.
Annelik ve kadınsılık makalesinde yer alan anne ile çocuk arasındaki “aşk”a baktığımızda ise Freud’un Cinsellik Kuramı Üzerinde Üç Deneme adlı kitabında da bahsettiği gibi çocukta cinsel uyarımın ve erojen bölgelere ilişkin bir doyumun kaynağı olduğunu belirtir. Anne kendi cinsel yaşamından kaynaklanan duygularını çocuğa armağan eder. Anne çocuğu okşar, öper, onu sallar, kucaklar onu açıkça cinsel nesnenin ikamesi olarak adlığını savunur.
Freud çocuğun annesine olan bağımlılığını da cinsel nitelikli bir aşk özelliği taşıdığını savunur. Yaşamın başlangıcındaki çocuksu kaygıları nesne eksikliği ile ilgili olduğunu savunan Freud bu eksik olan nesnenin aşk nesnesi olduğunu vurgular. “Kökeninde çocukların kaygıların, aşk nesnesinin eksikliğinin ifadesinden başka bir şey değildir.”
Helene Parat (2009); Melanie Klein’ın tüm bedensel salgılar arasında kurulan denklemi çocukluk sürecine bağlamaktadır. Emzirme ile başlayan bedensel salgılara ilişkin salgılarda Annelik ve Kadınsılık makalesinde memeden çıkan sütün meniye benzetilmesi konu alınmış olup birçok farklı ülkelerde de süt kelimesinin meni içinde kullanıldığını belirtmişlerdir. Tam bu noktada besleyen meme aynı zamanda erotik memedir. Bebek onu besleyen ve koruyan memeyi paylaşmak zorundadır. Bu durum da bebeğin memeye karşı olan haseti güçlendirse bebeğin ben oluşumu için bu süreç önem arz ediyor.
İyi ve Kötü Meme
Melanie Klein’a göre kurulan ilk nesne,ilişkisinin insan ruhsallığını anlamanın temel paradigması bebeğin içsel gelişiminin tamamına dayandığı savunur.
Melanie Klein’ın ilk nesne ilişkisini iyi nesne ve kötü nesne olarak ayırmıştır. Klein’a göre bebek içgüdüsel olarak onu bekleyen anneden haberdar dünyaya gelir. Bebek kendi dünyasındaki ölüm içgüdüsüyle, yıkıcılıkla baş etmek için saldırganlığın bir bölümü dış dünyadaki anneye yansıtmaktadır. Böylelikle bebek dış dünyayı “iyi” ve “kötü” nesnelere bölünmüş olarak algılar. İyi nesne libidinal bir duygu yorumu almaktayken kötü nesne saldırgan bir duygu yorumu almaktadır. İyi nesne bebeği besler, korur ve sarar. Melanie Klein’a göre ise ilk birkaç ay boyunca iyi nesneyi kötü nesneden ayırmaya ağırlık verir, böylece çok temel bir anlamda iyi nesneyi korumuş ve sürdürmüş olur. Bebek yaşamın ilk yıllarında onu besleyen koruyan memeyi korurken bir sonraki safhada içinde varolan saldırganlık itkilerini memeye yansıtır. Meme bebeğe ait değildir. Bebek memeye içinde varolan saldırganlık itkelerini memeye yansıtır. Onu ısırır, parçalar, tükürür. Bu noktada bebeğin memeye duyduğu haset başlar. Meme ise bu hasete karşı varlığını sürdürür. Meme bebeğin ihtiyaçlarını karşılamaya devam eder bu noktada bebek, iyi nesneye karşı şükran besler. Bebeğin yaşadığı bu bölüne bebek için önemlidir.
İlk Nesnenin Yoksunluğu
Bebeğin anne karnındaki sıcak, güvenilir, koruyucu ve beslenip büyüdüğü sakin ortamından alınarak hayatın gürültüsüne ve bilinmeyen ortamına girmesi ile bebeğin korktuğu bilinmezliklerle dolu olan bu hayata uyum süreci anne memesinin o huzurlu ve koruyucu yanı ile gerçekleşir. Bebek anne memesinin her ihtiyacında yanında olması, beslenmenin dışında da memenin koruyuculuğunu, sıcaklığını her an hissetmesi önem taşımaktadır. Bebek ilk nesnesi olan memeyi kendinden bir parça olarak alığılar. Bebek her ağladığında, huysuzlandığında ya da ihtiyaç duyduğunda anne bebeğin durumunu anlamlandırır ve meme bebeğin yanı başında, onunladır. Bebek zamanla kendine ait olduğunu hissettiği bu parçanın her an yanında olmadığını fark eder ve bu süreçte nesne ilişkileri kuramcısı olan Melanie Klein’ ın savunduğu haset başlar. Bebek memeye ulaşmak istediğinde anne her zaman memeyi bebeğe verme eyleminde bulunsa dahi bazı zamanlarda bu süre bebeğin beklentisinden daha uzun süreye de yayılmaktadır. Bu noktada anne bebeğin isteğini hemen karşılamasa da ona seslenir ve telkin etmeye çabalar. Bu durum bebek için memeye ulaşma arzusu içindeyken o arzu ile baş edebilme durumu için iyi bir geçiş sürecidir. Bebeğin memeye istediği an ulaşamaması bebekte yoksunluk duygusunu uyandırsa da annenin memeye ulaşmadan önce bebeğe karşı olan yatıştırıcı sesi ile bebeğin tekrar memeye ulaşacağı ve ondan yararlanacağı sinyallerini verir. Bebek ilk dönemde bu gecikmelere karşı olan yoksunluk hissi bebeğin memeye geç de olsa ulaştığı sürece kaybolur. Bu dönemde bebek için meme her istediğinde gelmese de besleyen, koruyan, “kapsayan” (Winnicott) olduğu için “yeterince iyi” olandır. Fakat koruyucu, besleyici olan memeden yoksun bırakılan bebeklerde ise bu süreç biraz daha farklı seyretmektedir.
Alanın en önemli kuramcısı olan Melanie Klein’ın büyük katkısı olduğu nesne ilişkilerine farklı açılardan değerlendirsek de ilk nesne olan memenin bebeğin hayatında bir çok farklı noktada temel bir sembol olduğunu da belirtmek isterim. Bebeğin içinde bulundurduğu libidinal ve saldırgan duyguların bebeğin ilk nesnesi olan anne memesine yansıtması ile iyi nesneyi içine alması ve içindeki kötüyü memeye yansıtması, bebeğin hayatla olan ilk ilişki dinamiğini oluşturması açısından önem taşır. Bebek için ilk nesne olan meme yaşamındaki ilk çatışmaları olduğunu da savunabiliriz. Sonuç olarak bebeğin içsel duygularının dışa yansıtılması ve onun bilmediği dünya ile tanışması, o bilinmeyene uyum sağlaması ve benlik oluşumu için meme bir başlangıç olmasının yanı sıra bebeğin hayatında ilk bağlanma, hayata geçiş nesnesi, hayatın dinamiğini çözücü bir etken olduğunu düşünmekteyim.
Gözde ERDOĞAN ŞAHENK
Commentaires